“Tarihi İpek Yolu ve diğer önemli yolların kavşağında bir ticaret merkezi ve askeri menzil olarak gelişen Mudurnu, Erken Osmanlı döneminin önemli bir Ahilik-esnaf kenti ve kültür merkezi olarak yükselmiş ve 20. yüzyılın yurtsever bir Cumhuriyet şehri olmuştur.” - UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ndeki “Mudurnu Tarihi Ahi Kenti”nin Üstün Evrensel Değer beyannamesinden.
Mudurnu yerleşimi, Mudurnu (Gallos) Çayının oluşturduğu dar, derin bir vadide, çam ormanları, termal kaynaklar, akarsular ve göller ile tanımlı zengin bir doğal çevre içinde konumlanmıştır. Bolu ile Nallıhan'ı birbirine bağlayan ana yol ve Mudurnu Çayı ekseninde gelişen şehir, anıtsal ve sivil mimari örneklerinin bir arada oluşturduğu bütünlük ile kayalık nehir vadisindeki doğal konumunun yarattığı sessiz ve etkileyici bir ortam sunmaktadır.
Batı Karadeniz ahşap mimarisinin nitelikli örneklerini sunan geleneksel Mudurnu evleri ve aralarında Bizans dönemi Kale, Yıldırım Bayezıd Camii ve Hamamı, Kanuni Sultan Süleyman Camii, evliya türbeleri, hazireler ve saat kulesi gibi anıtsal yapıların oluşturduğu kentsel dokunun merkezinde bulunan tarihi Çarşı (Arasta), Osmanlı geç dönem mimarisinin önemli örnekleri oluşturmaktadır. Tipik Osmanlı kenti özelliklerini günümüze kadar önemli ölçüde koruyabilmiş bir ilçe olan Mudurnu’da Ahmet İzzet Bengüboz’un cam baskılarında görülen anıtsal yapılardan Yıldırım Bayezid Camii, Yıldırım Bayezid Hamamı ve eski Türk Ocağı Binası hala ayaktadır. Bugün yıkılarak yitirilmiş olan bazı anıtlar arasında ise, eski Askerlik Şubesi ve Cumhuriyet İlkokulu, Kazan Camii, İtfaiye binası ve Yıldırım Bayezıd Medresesi bulunmaktadır. Bengüboz’un fotoğraflarındaki yapı ve yerleşimler Mudurnu çevresinden, Mudurnu Çayı’nı geçen ahşap köprüler, karakol binaları, Mudurnu’nun köylerinden ve Abant Gölü gibi kırsal manzaralar da içermektedir.
Mudurnu, antik dönemlerden bu yana önemli ticari ve askeri kervan yolları üzerinde yer almıştır. 11. yüzyılda, Anadolu Selçuklularının kuruluş döneminde, Mudurnu havalisine yoğun Türkmen göçleri yapılmıştır. 14. yüzyılın başlarında, Osmanlı Devleti’nin ‘çekirdek toprakları’ içerisinde yer alan Mudurnu’ya ilk akınlar, Osman Bey ve ünlü komutanlarından Samsa Çavuş tarafından gerçekleştirilmiştir. Sultan Orhan Mudurnu’da kendi adıyla anılan bir cami ve imarethane inşa ettirmiş, Şeyh Fahreddin-i Rumi Medresesi’nden aldığı Çandarlı Halil Bey’i sadrazamlık görevine getirmiştir. 1330’lu yılların başında yöreye uğrayan İbn-i Batuta, seyahatnamesinde Mudurnu’yu; ”Ahi zaviyeleri ve tekkelerinin yaygın olduğu, tamamıyla Müslüman –Türk ahalinin meskûn bulunduğu bir kasaba” olarak anlatmaktadır. Erken Osmanlı döneminde bir şehzade eğitim merkezi olan Mudurnu’da eğitim gören Yıldırım Bayezıd, dönemin önemli mimari yapıları olarak kabul edilen ve kendi adıyla anılan bir cami, hamam ve medrese inşa ettirmiştir. Mudurnu 19. yüzyılın ortalarına kadar, Osmanlı ordularının yaptığı seferler, ticaret kervanlarının İstanbul ve Bursa merkezlerine gidiş gelişleri, posta teşkilatlarının ve devlet ricalinin yolculukları sırasında önemli bir menzilhâne ve konaklama merkezi olmuştur, çok sayıda vakıf mülkü, han ve kervansaray inşa edilmiştir. Bu durum, Mudurnu’da, Saray çevresi ile yakın bağlantıları olan, ayrıcalıklı bir zümrenin ortaya çıkmasına, gösterişli konakların inşa edilmesine yol açmıştır. Osmanlı arşivlerinde “tavukçu kazalar” arasında adı geçen Mudurnu, özellikle Saray mutfağında kullanılan bazı ihtiyaç maddelerinin temininde tercih edilen bir yöre olmuştur. 19. yüzyılın ortasından itibaren önemli ticaret yolu güzergâhlarının kuzeye kayması ile birlikte Mudurnu, Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerindeki ayrıcalıklı yerini kaybetmeye başlamıştır. Günümüzde korunmuş, özgün tarihi ve doğal dokusu, yaşayan Ahilik kültürü mirası ile, “Mudurnu Tarihi Ahi Kenti” olarak UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne (2015) ve uluslararası “CittaSlow / Sakin Şehir” ağına (2018) dahil edilmiştir.