Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesiyle bir kez daha memleketi Mudurnu’ya dönen Ahmet İzzet Bengüboz Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan eğitim seferberliği içinde yer alarak Mudurnu İptidai Mektebi’nde (Mudurnu İlkokulu’nda) bir yıl vekil öğretmenlik yapmıştır. Ancak öğretmenlik görevi uzun sürmemiş, 10 Mart 1925 tarihinde Mudurnu Nüfus Memurluğu’nda memuriyete başlamıştır. Esaret yıllarının hatırası olan fotoğrafçılık mesleğini de beraberinde sürdürmüştür. Günümüze ulaşan Bolu’da çektiği birkaç fotoğrafın ve 1950’li yıllara tarihlendirilebilecek birkaç aile fotoğrafı dışında çoğunlukla 1923-1939 yılları arasında Mudurnu’da çekim yapmıştır. Fotoğraf çekimini bırakmasında muhtemelen İkinci Dünya Savaşı’nın 1939 yılında başlaması ve yaşanan ekonomik güçlüklerin etkisi ile ihtiyaç duyduğu malzeme temininde yaşadığı güçlükler rol oynamıştır. Zaten 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlayan İkinci Dünya Savaşı ile Türkiye’de seferberlik ilan edilmesi üzerine tekrar askere çağrılmıştır. Talim maksadıyla 14 Temmuz 1940’ta Eskişehir 4’ncü Kolordu Askeri Mıntıka Kumandanı Emir Subaylığı’nda görevlendirilmiştir. 5 Kasım 1941’de terhis olup Mudurnu’ya dönmüştür. Nüfus Memurluğu görevini sürdürmüş ve 2 Haziran 1956’de memuriyetten emekli olmuştur. 30 Mart 1969’da Mudurnu’da vefat etmiştir.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, gençliğinin ilk yılları savaş ve esaretle geçen Ahmet İzzet Bengüboz için sivil hayatın başlangıcı olmuştur. Memleketi Mudurnu’ya döndükten sonra kendine yeni bir hayat kurmuştur. Meslek olarak memuriyeti seçmiştir. İlk evliliğini Fatma Hanımla yapmış; Ali Saip, Mehmet Saim ve Mürüvvet isminde üç çocuğu olmuştur. Ancak eşi Fatma Hanım amansız bir hastalığa yakalanmış, onun ölümünden sonra Fatma Servet Hanım ile evlenmiştir. İkinci eşinden Hikmet Aynur isminde bir kız çocuk sahibi olmuştur. Oğlu Ali Saip de Fatma Servet Hanım’ın ilk eşinden olan kızıyla evlenerek güçlü aile bağları kurulmuştur.
Ali Saip Bey’in oğlu, Ahmet İzzet’in torunu Mehmet Kadri Bengüboz, dedesiyle ilgili hatırladıklarını şöyle aktarmaktadır: “Dedem vazifesine bağlıydı. Çoluğuna, çocuğuna da bağlıydı. Mesaisi bitip eve geldiğinde takım elbiselerini çıkartır, pijamalarını giyer, evde öyle otururdu. Bize ellerimizi yıkamadan sofraya oturmamamızı söylerdi. Tatlı üzerine sevgisi malum büyüktü. Tatlısız bırakmazdı bizi… Benim çocukluk günlerimde, üç beş günde bir mahalle komşuları, eş dost bize oturmaya gelirlerdi. Dedemin askerlik hikâyelerini dinlemek için. O zamanlar televizyon yok, radyo yok. Sadece belirli evlerde radyo var… Bilhassa kış geceleri. Geceler uzun ya! 5-10 kişi oturur sofaya, büyükçe bir odaya. Dedem anlatır, onlar dinlerdi. Aynı televizyona bakar gibi…”
Ahmet İzzet Bengüboz, ailesine ve işine bağlı, biraz da otoriter bir kişiliğe sahiptir. Çevresinde hoş sohbet bir insan olarak tanınmış, komşu çocuklarının dahi sevgisini kazanmıştır. Tatlıya düşkünlüğünden dolayı cebinden şeker hiç eksik olmadığından çocukların her zaman yolunu gözlediği bir kişi olmuştur. Başında fötr şapkası, elinde bastonu, takım elbisesi ve gözlükleri ile dönemin ‘tipik memur’ profilini yansıtan Ahmet İzzet Bey, kitap okumaya olan merakı ile de çevresinde saygı uyandırmıştır.
Mudurnu Nüfus Memurluğu’nda yaklaşık 30 yıl nüfus memuru olarak çalışmıştır. Memuriyetin yanında esaret yıllarının hatırası olan fotoğrafçılık mesleğini de beraberinde sürdürmüştür. Küçük bir Anadolu kasabası olan Mudurnu’yu fotoğrafla tanıştırmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Mudurnu’da başka fotoğrafçı olmadığından Ahmet İzzet Bengüboz’un memuriyetin yanında fotoğraf çekimini sürdürmesine göz yumulmuştur. Muhtemelen resmi törenlerde, kutlamalarda fotoğraf çekmekle de görevlendirilmiştir. Mudurnu halkı, Anadolu’da yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan fotoğrafa büyük ilgi göstermiştir. Özellikle eşraftan varlıklı aileler, Mudurnu askeri, mülki ve idari erkânı ile öğretmenler Bengüboz’un objektifine sıklıkla poz vermişlerdir. Bengüboz’un bayram kutlamaları, okullarda yapılan törenler, panayır gibi etkinliklerde çektiği fotoğraflar bir dönemin tarihine ışık tutmaktadır.
Ahmet izzet Bengiboz'un fotoğrafları genelde gün ışığının kullanıldığı dış mekân çekimleridir. İç mekân fotoğrafı çok nadirdir. Flaş kullanmadığından gece çekimi hiç yapmamıştır. Bu nedenle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Mudurnu’da yapılan fener alayları, şenlikler ve dönemin yeni bir sosyal değişim aracı olan balolara ait görüntüler günümüze aktarılamamıştır.
Torunu Mehmet Kadri Bengüboz dedesinin çekim yaptığı makineler hakkında şunları hatırlamaktadır: “Dedemin iki tane makinesini biliyorum ben. Bir 9-12 ebadında, bir de 13-18 ebadında cama çeken iki makinesi vardı. 9-12’yi genellikle düğünlerde derneklerde kullanırdı. Alaminüt makinenin önüne geçirilirdi o. Kasası vardı, oradan çekerdi. Manzara resimlerini falan da dağa bayıra gitmek için 13-18’i götürürdü. O makinenin de şasesi vardı. Camları o şasenin içine yerleştirir, şaseyi makinenin arkasına takıp, çekiyor, makineyi alıyor. Karanlık odada tabediyor camı.”
Ahmet İzzet Bengüboz, memuriyetten arta kalan zamanlarında evinde oluşturduğu karanlık odada çektiği camları büyük bir titizlikle kartlara tab etmiştir. Fotoğraf basımında o dönemin koşullarında oldukça ileri bir teknik bilgiye sahip olup hatta bazı fotoğraflar üzerinde rötuş dahi yapmıştır. Torunu Mehmet Kadri Bengüboz dedesinin rötuş yapmayı çok iyi bildiğini ve kendisine de inceliklerini öğrettiğini aktarmaktadır. Ahmet İzzet Bey, fotoğraf çekiminde ihtiyaç duyduğu malzemeyi zaman zaman İstanbul’a giderek temin etmiştir. Fotoğraflarını ithal Fransız kartlarına basmıştır.
Ancak zamanla Mudurnu’da yeni fotoğrafçıların çıkması üzerine memuriyetin yanında ticari amaçlı fotoğrafçılık yaptığı yönünde şikâyetler söz konusu olunca 1930’ların sonunda fotoğraf çekmeyi bırakmıştır. Bunda muhtemelen İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ihtiyaç duyduğu malzeme temininde yaşadığı güçlükler de rol oynamıştır. Ancak 1950’li yıllarda nadiren de olsa doğum, sünnet gibi ailesi için özel günlerde fotoğraf çekimi yapmıştır. Ailede fotoğrafçılık geleneğini 1951 doğumlu torun Mehmet Kadri Bengüboz sürdürmüştür. Lise eğitimini yarıda bırakıp çok sevdiği dedesinden fotoğrafçılık tekniğini öğrenmiş, bir süre profesyonel bazda fotoğrafçılık yapmıştır. Ancak daha sonra o da dedesinin yolundan gidip memuriyete girmiş ve zamanla fotoğraf çekimini bırakmıştır.